Avrupa Günü’nde AB-Türkiye ilişkileri: ‘Üyelik şu anda gündemde değil’

İSTANBUL – Avrupa Birliği (AB) bu yıl 9 Mayıs Avrupa Günü’nü İsrail’in Gazze’ye saldırılarının ve Rusya-Ukrayna savaşının sürdüğü, Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerinin yaklaştığı, bu bağlamda aşırı sağın yükselişinden duyulan endişelerin dile getirildiği bir dönemde kutluyor. AB, 2023 yılında Ukrayna ve Moldova ile katılım müzakerelerini başlatma, Gürcistan’a ise aday ülke statüsü verme kararı alırken, bu esnada Türkiye ile ilgili üyelik süreci uzunca bir süredir neredeyse tamamen durmuş durumda.

Peki, AB’nin ve AB-Türkiye ilişkilerinin bugününü ve yarınını nasıl değerlendirmek gerekiyor? 6-9 Haziran’daki AP seçimlerinde sandıktan nasıl bir sonuç çıkması bekleniyor?

Marmara Üniversitesi Avrupa Araştırmaları Enstitüsü’nden Prof. Dr. Muzaffer Dartan’a göre, Türkiye ve AB arasındaki ilişkiler halihazırda mültecilerin Türkiye’de tutulması konusuna kilitlenmiş durumda. “AB’nin mülteciler konusundaki yaklaşımına bakıldığında, Avrupa değerlerinden geriye gidiş olduğu söylenebilir” diyen Dartan, “Mülteciler Avrupa’nın refahına ortak oluyor” şeklindeki toplumsal algının da aşırı sağ akımların son dönemlerde AB ülkelerinde giderek yükselen trend halini almasına neden olduğuna dikkat çekti.

Prof. Dr. Muzaffer Dartan’la Avrupa Günü dolayısıyla AB’nin bugününü ve yarınını, AB-Türkiye ilişkilerini ve yaklaşan AP seçimlerinin olası sonuçlarını konuştuk…

‘AB, KITANIN TAMAMINI KAPSAYACAK GENİŞLEME SÜRECİNİ SÜRDÜRÜYOR’

Prof. Dr. Muzaffer Dartan

Bugün AB’nin politikasına sizce hangi konular, nasıl yön veriyor? Siz AB’nin bugününü nasıl değerlendiriyorsunuz ve geleceğini nasıl öngörüyorsunuz? AB’nin son genişlemesinden 11, Brexit’ten 4 yıl sonra AB’de yeni bir genişleme ya da küçülme beklemeliyiz mi?

Birlik günümüzde salt ekonomik ilişkilerle sınırlı olmayıp, üye ülkeler arasında tek pazarın oluştuğu, halkların birlikte yaşamasının hukuki çerçevesini oluşturan Avrupa müktesebatının uygulandığı ve bu bağlamda üye ülkeler arasında sınırların de facto (fiilen) önemini yitirdiği bir büyük projedir. Sonuç olarak; 1950’lerin başında altı üye ülkeyle temelleri atılan Birlik, bugün 27 üyesiyle kıtanın geneline yayılmış, yarım milyar insanı kapsayan bir birlikte yaşam projesidir.

AB kurulduğu günden bu yana yeni ülkelerle genişliyor. Önümüzdeki dönemde Birlik, Doğu Avrupa’da Rusya sınırına kadar, Güneydoğu Avrupa’da ise Türkiye sınırına kadar ülkeleri üyelik sürecine dahil etti. Halihazırda Türkiye’nin de aralarında bulunduğu dokuz ülke resmi olarak AB’ye katılım adayı statüsündedir; bunlardan sonuncusu Gürcistan, Moldova Cumhuriyeti ve Ukrayna’dır. Aday ülkelerden Karadağ, Sırbistan, Kuzey Makedonya ve Arnavutluk ile Türkiye, AB ile katılım müzakerelerine başladı. Ukrayna, Moldova ve Bosna-Hersek ile AB’ye katılım müzakerelerine ilişkin karar alındı. Ayrıca Kosova potansiyel bir adaydır. Sonuç olarak AB, kıtanın tamamını kapsayacak bir genişleme sürecini sürdürüyor.

‘GÜRCİSTAN’IN ADAY OLMASI TÜRKİYE’YLE İLGİLİ İDDİAYI BOŞA ÇIKARDI’

Genişleme ile ilgili dikkat çeken hususlara gelince; burada öncelikle Ukrayna dikkat çekiyor. Ukrayna şu anda Rusya ile savaş halinde ve bu sürecin nereye varacağı belli değil. Milyonlarca insan Avrupa ülkelerine sığındı. Başta Almanya olmak üzere bazı Birlik ülkeleri, enerji tedariki gibi sorunlar nedeniyle Rusya’ya karşı ortak bir duruş sergilemekte zorlansalar da AB’nin Aralık 2023 Zirvesi’nde Ukrayna ile katılım müzakerelerinin yapılmasına karar verdiler.

Dikkat çeken bir diğer konu da Gürcistan’a aday ülke statüsü verilmesi oldu. Burada Gürcistan’ın ne kadar Avrupa ülkesi olduğu tartışma konusu. Bu durum, yıllardır Türkiye’nin üyeliğine karşı çıkanların öne sürdüğü bir argümanı akla getiriyor: “Topraklarının büyük bir kısmı Asya’da bulunan Türkiye, Birliğe üye olamaz” diye bir kısım tartışma varken Gürcistan’a aday ülke statüsü verilmesi, Türkiye’ye karşı ileri sürülen bu iddiayı tamamen boşa çıkarmıştır. Ancak diğer yandan Batı Balkanlar genişlemesinin de ivme kazanması 1959’da üyelik başvurusu ile Avrupa bütünleşmesine dahil olmak isteyen Türkiye’nin daha hangi ülkelerin gerisinde kalacağı sorusunu akıllara getiriyor.

Bununla birlikte genişleme Birlik içinde de önemli bir mesele haline geliyor. İngiltere örneğinde olduğu gibi bir ayrılma vakasının yakın zamanda olması elbette beklenemez. Ancak mevcut bazı üyelerin AB’nin temel kriterleri konusunda zorlandığı veya uymamaya çalıştığı bir dönemde, yeni gelecek üyelerin başta Kopenhag Kriterleri olmak üzere AB’nin koşullarına ne kadar uyum sağlayacağı sorusu, tartışılması gereken bir konudur. Bu perspektiften bakıldığında Birlik tarihinde de çok defa gündeme gelmiş olan farklılaşmış entegrasyon modelleri ile AB’nin bütünlüğünü koruması fikri öne çıkmaya başlıyor.

‘TÜRKİYE’YLE KATILIM MÜZAKERELERİ FİİLEN DURMUŞ DURUMDA’

Siz Avrupa Birliği-Türkiye ilişkilerinin mevcut durumunu ve Türkiye’nin gelecekte Avrupa Birliği’ne üyelik olasılığını nasıl görüyorsunuz?

Türkiye’nin, AB (o zamanki adıyla Avrupa Ekonomik Topluluğu) ile ilişkileri 1960’lı yıllara kadar uzanıyor. 12 Eylül 1963’te imzalanan Ortaklık Anlaşması (Ankara Anlaşması) ile taraflar arasındaki ilişkiler resmiyet kazanmıştır. Bir diğer ifadeyle Ankara Anlaşması ve onu tamamlayan Katma Protokol ile Türkiye’nin tam üyelik hedefiyle Gümrük Birliği’ne geçiş süreci başlamıştır. Buna göre, taraflar arasında Gümrük Birliği’nin 1996 yılında tamamlanması öngörülüyordu. 1980’lerin sonunda Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve Doğu Bloku’nun dağılması, AB’nin genişleme sürecinde rotasını Doğu Avrupa ülkelerine çevirmesine neden oldu.

Bu nedenle Türkiye, genişleme sürecinin dışında kalmamak için Ankara Anlaşması’nda öngörülen sürelerin tamamlanmasını beklemeden Özal Hükümeti’nin girişimiyle 14 Nisan 1987 tarihinde üyelik başvurusunda bulunmuştur. Ancak o tarihteki adıyla Avrupa Topluluğu, taraflar arasında 1996’da Gümrük Birliği’nin gerçekleşmesini bekledi ve bunu takiben 1999’da Türkiye’yi ‘aday ülke’ olarak ilan etti. AB, katılım müzakerelerinin başlatılması için Türkiye’nin tıpkı Doğu Avrupa ülkelerinde olduğu gibi Kopenhag siyasi kriterleri çerçevesinde bazı temel reformlar yapmasını şart koştu. Bu kriterler kapsamında demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan hakları alanlarında yapılan reformlar yeterli görülmüş ve 2005 yılında katılım müzakerelerinin başlatılmasına karar verilmiştir.

Fakat 2000’li yılların başında Türkiye’de gerçekleştirilen kurumsal reformlar ve üyelik yönünde atılan önemli adımlar, bir süre sonra karşılıklı restleşmeye kadar gitti ve katılım müzakereleri bugün de facto durmuş vaziyette. Özellikle Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve Yunanistan’ın Türkiye’ye dayattığı koşullar, taraflar arasındaki diyaloğun donmasında belirleyici oldu. Bunun yanı sıra Kopenhag Kriterleri’nde gerileme olduğu yönündeki eleştiriler de Avrupa’da çok konuşuluyor. AB’nin eleştirilerine karşın Türkiye’nin de Gümrük Birliği’nin revizyonu ve serbest dolaşım gibi temel konulardaki eksikliklere vurgu yaptığını görüyoruz. Ayrıca özellikle Arap Ayaklanmaları sonrasında yoğunlaşan ‘göçmen krizi’ de Birlik ile Türkiye arasındaki en temel alanlardan biri haline gelmiştir.

‘TÜRKİYE’NİN ÜYELİĞİ PERSPEKTİFİNDEN SÖZ ETMEK FAZLA İYİMSERLİK OLUR’

Bu süreçte Türkiye’nin AB üyeliği perspektifinden söz etmek fazla iyimserlik olur. Ayrıca bunun tek taraflı olmadığını özellikle belirtmek gerekir. AB tarafında da şu anda Türkiye’nin kısa ve orta vadede üyeliği gündemde değil. Ancak bu, her şeyin sonu değil. Türkiye evrensel demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan hakları alanlarında ilerlemeler kaydettikçe bu üyelik perspektifi bir konjonktür değişikliğinde yeniden gündeme gelebilir.

Bilindiği üzere müzakerelerin de facto durmuş olmasının nedenleri arasında Türkiye’nin Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına uymamakla itham edilmesinin de önemli rol oynadığı söylenebilir. Ayrıca Türkiye’nin, Gümrük Birliği ile Avrupa Tek Pazarı’na entegre olan bir ülke olarak AB için önemli olduğu biliniyor. Türkiye’nin Gümrük Birliği’nin modernizasyonu talebinin, Ankara’nın kendisini uluslararası anlaşmalara uymaması nedeniyle başlatılmaması dikkat çekiyor.

‘TÜRKİYE RAPORU’NDAKİ TEK “OLUMLU” GÖRÜLEN HUSUS MÜLTECİ İŞBİRLİĞİ’

Taraflar arasındaki ilişkiler halihazırda mültecilerin Türkiye’de tutulması konusuna kilitlenmiş durumdadır. Son yıllarda yayımlanan ‘Türkiye Raporu’na bakıldığında, taraflar arasındaki ilişkilerde tek ‘olumlu’ görülen husus mültecilere yönelik işbirliğidir.

AB’nin mülteciler konusundaki yaklaşımına bakıldığında, Avrupa değerlerinden geriye gidiş olduğu söylenebilir. AB dış sınırlarını korumak için yaptığı yatırımları, göçün geldiği bölgelere doğrudan yapsaydı göçün azalmasına karşı daha etkin mücadele etmiş olurdu. AB’nin bunun yerine, ne yazık ki, Tunus gibi Kuzey Afrika ülkelerine, bu ülkelerde mültecileri toplama kampları kurulması için maddi yardım yapması düşündürücü.

Bunun yerine “Mülteciler Avrupa’nın refahına ortak oluyor” şeklindeki toplumsal algı, aşırı sağ akımların son dönemlerde Birlik ülkelerinde giderek yükselen trend halini almasına neden oluyor. Bunun en güncel örneklerinden biri AB’nin lokomotifi konumundaki Almanya’da görülüyor. Aşırı sağcı “Almanya için Alternatif” partisinin oylarını sürekli artırması, bu sürece ‘geçici’ gözüyle bakanları bile endişelendiriyor.

‘TÜRKİYE’NİN ÜYELİK SÜRECİNDEKİ ZORLUKLARI DA ARTABİLİR’

AP seçimlerine bir aydan az bir zaman kaldı. Sizin seçim sonuçlarına ilişkin öngörüleriniz nelerdir? Sizce yeni AP 6-9 Haziran’daki seçimlerin ardından nasıl şekillenecek? AP seçimleri sonrası AB’nin politikalarında nasıl bir değişim bekliyorsunuz?

AP’nin önemi, diğer temel AB kurumlarından farklı olarak üyelerinin doğrudan seçimle gelmesidir. AP, Birliğin uluslarüstü kimliğe doğru önemli adımı olup, Avrupa’da çok sesliliği yansıtması bakımından önemlidir. 2009 yılında yürürlüğe giren Lizbon Antlaşması ile birçok konuda yasama sürecinin en temel iki aktöründen biri haline gelen Parlamento, AB ülkelerinin ulusal parlamentolarından daha önemli bir konuma yükselmiştir. Buna rağmen seçimlerde katılım genellikle ulusal seçimlere oranla düşük çıkıyor.

Bunun yanı sıra, aşırı sağ akımların AP’de giderek daha fazla zemin bulması da düşündürücü başka bir konu. Bu kaygı, AP’nin giderek artan yetkileri dikkate alınırsa daha da önem kazanır. Anketlere göre, popülist söylemli aşırı sağın oylarının artmasının beklendiği bu seçimlerde Yeşiller’in ve merkez sol partilerin güç kaybedeceği ve merkez sağın artış göstereceği sinyalleri ortaya çıkıyor. Avrupa karşıtı partilerin AP seçimlerinde Avusturya, Belçika, Hollanda, Çekya, Fransa, Macaristan, Polonya gibi ülkelerin yanı sıra İtalya, İspanya ve İsveç gibi ülkelerde de ilk sıralarda yer alması, sadece mülteciler konusunda daha sert politikaların izlenmesi sonucunu doğurmayacak, aynı zamanda Türkiye’nin üyelik sürecindeki zorlukları da artırabilecektir.

‘TÜRKİYE İÇİN EN AKILCI SEÇENEK…’

Ancak bu sorunlardan çok daha önemlisi AB karşıtlığının kamuoyunda yükselmesinin bütünleşme sürecine olacak etkisidir. Yani, bütünleşme karşıtlığı AB’nin yeni alanlarda ortak hareket etmesinden ziyade mevcut alanlarda üye ülkelerin kendi başlarına politika takip etmelerine yol açabilir. Bu durum daha esnek bütünleşme sürecinin takip edilmesiyle sonuçlanacak bir politika değişikliğine de neden olabilir.

Böyle bir gelişme karşısında AB’nin bütünlüğünü koruması için farklılaşmış entegrasyon modeline dayalı bir sisteme geçilebilir. Farklılaşmış entegrasyonun Türkiye’nin AB ile olan ilişkilerine elbette tesiri olacaktır. Zaten Gümrük Birliği ile AB’nin belirli düzeyde içinde yer alan Türkiye, farklılaşmış entegrasyonun bir parçası olarak diğer bütün üye ülkeler gibi AB’nin belirli alanlarda üyesi haline gelebilir. Bu sebeple, Türkiye-AB ilişkileri ne kadar durgun ve son noktaya gelmiş gibi görünse de mevcut durumdan geriye gitmemek ve AB’nin bütünleşme sürecinin yöneleceği istikamete yol almak gerekir. Bugünkü AB üyeliği formatında olmasa bile farklı alanlarda AB’nin bütünleşme sürecinin bir parçası olmak, Türkiye için en akılcı seçenek olarak düşünülmelidir. Zira, mülteciler meselesinde ve enerji güvenliği sorunlarında görüldüğü gibi stratejik konumu sebebiyle de Avrupa için vazgeçilmez bir aktör olan Türkiye’nin AB ile bağı iki taraf açısından da hayati düzeyde önemlidir.

Sonuç olarak Türkiye’nin, ilişkilerdeki en haklı olduğu konu olan Gümrük Birliği’nin modernizasyonu için AB’ye karşı ısrarcı bir tutum takınırken siyasi kriterlerdeki uyuma da özen göstermesi gerekiyor. AB bütünleşmesinin alacağı şekle göre en uygun şekilde sürecin bir parçası olmaya gayret göstermelidir.

(DIŞ HABERLER SERVİSİ)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir